Pages

29 Şubat 2016 Pazartesi

Amerika'da Dizi Seti Deneyimi: Two and a Half Men


Herkese merhaba,

Genelde tatil planımı yaptıktan hemen sonra o şehirde gerçekleşecek etkinlikleri inceliyorum. California seyahatim öncesinde araştırma yaparken dizi çekimlerine gidilebildiğini gördüm ve tabii inanılmaz heyecanlandım. Bu yazımda da Los Angeles'ta gittiğim dizi çekimini anlatmak istedim. Benim için tadına doyum olmayan benzersiz bir deneyimdi.

2014'ün Eylül ayında Los Angeles'ta kalacağım 2-3 gün için öncesinde araştırmaları yaptım ve bazı siteler keşfettim. Genelde dizi çekimleri için biletler ücretsiz dağıtılıyor; ancak talep çok yüksek olduğu için bilet yakalamak biraz zor olabiliyor. Bulduğum en verimli web sitesi tvtickets.com oldu. Benim en ilgimi çeken dizi Two and a Half Men'di, eh Ashton Kutcher'ı canlı canlı görmek fena olmazdı en nihayetinde.

Biletler çekimin gerçekleşeceği günden 1 ay önce dağıtılmaya başlıyor. Her ne kadar tarih konusuna dikkat etsem de ilginç bir şekilde siteye girdiğimde tüm biletler tükenmişti ve benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Fakat şansımı mail üzerinden denemeye karar verdim ve tvtickets.com ekibine epey üzüldüğümü belirten bir mail attım. Tabii kendilerinden dönüş beklemiyordum; ancak şaşırtıcı şekilde bana ertesi gün içerisinde 3 adet biletin olduğu bir mail attılar. Bu hoş sürpriz karşısındaki sevincimi yazıya dökerek anlatmam pek mümkün değil :)

Los Angeles'a vardıktan sonraki gün Warner Bros. Studios'a gittik ve bizim isimlerimizin de olduğu listeyi taşıyan bir ilgili bizi bekleme salonuna aldı. Bu noktada gizlilik esas olduğu için cep telefonlarımızı topladılar, zira diziden herhangi bir bilginin dışarıya sızmasını istemezler. Çekim yapılacak alana grup olarak yürüdük ve ilk geliş sırasına göre sahnenin kenarındaki koltuklarda yerimizi aldık.

Türkiye'de de canlı yayın yapan programlara izleyici olarak gitmişliğim var; ancak bu tamamen farklı bir deneyimdi. Tüm çekim süresince izleyicileri eğlendirmek için bir kişi görevliydi. Çekim aralarında oyun oynatıldı, ufak ödüller verildi. Ayrıca çekim başladıktan birkaç saat sonra pizza ikramı yapıldı. Yani seyircilerin motivasyonu kaybolmasın diye acayip bir çaba vardı, takdir ettim.

Tabii işin en güzel kısmı da muhteşem oyunculuklardı. Özellikle Jon Cryer'a hayran kaldığımı söylemeden edemeyeceğim. Sahnesi olmadığı tüm anlarda konuk oyuncularla ve seyircilerle özel olarak ilgilendi.

Benim çekime gittiğim bölüm 12. sezon 3. bölümdü. Dış sahneler önceden çekilmişti, biz sadece iç mekan çekimlerini izleyebildik. Malibu'yu gördüğümüz sahnelerin büyük çoğunluğu da stüdyo içiydi diyebilirim.

Hayatımın en ilginç deneyimlerinden biri oldu benim için. Meslek sebebiyle reklam çekimlerinde bulunuyorum; ancak sevdiğim bir Amerikan dizisini canlı canlı izlemek gerçekten heyecan vericiydi.
Eğer sizin de bir gün yolunuz düşerse mutlaka önceden araştırın derim. İnsanın hayatına birkaç defa çıkacak şanslardan biri. Yalnız yaz aylarında tatilde oldukları için çekim yapılmıyor, genelde tüm dizilerin çekimleri Eylül gibi başlıyor. Aklınızda bulundurabilirsiniz.

Fotoğraf alıntıdır.

Sevgiler,
Zeynep






26 Şubat 2016 Cuma

Yunanistan Gezi Notları: Dedeağaç (Alexandroupoli)




Herkese merhaba,

Yunanistan benim en keyif aldığım ülkelerden biri, e haliyle de paylaşacak çok şeyim var :)
Özellikle yaz aylarında boşluk yaratıp görmediğim şehirlerine gitmeye çalışıyorum. Yunanistan'la ilgili ilk yazıma da Dedeağaç'tan başlamak istedim. Amacım hakkını vererek güzel bir Yunanistan serisi oluşturmak.

Dedeağaç İpsala sınırına sadece 40 km, kendi arabanızla en fazla 4 saatte İstanbul'dan ulaşabilirsiniz. Ayrıca haftasonları tur organize eden firmalar var uygun fiyatlara, onları da inceleyebilirsiniz.

Ufak bir sahil şehri olan Dedeağaç aslında mevsimsel olarak da öne çıkıyor. Yaz aylarında deniz, güneş, kum üçlüsünün keyfini çıkartabilir, aşmış Yunan tavernalarıyla midenizi bayram ettirebilirsiniz!

Konaklama
 
Biz konaklamamızı genelde booking.com üzerinden yapıyoruz ve şehrin merkezinde kalmayı tercih ediyoruz. Böylece gündüz istediğimiz plajda denize girip akşam şehirde arabasız bir şekilde takılabiliyoruz. Hotel Erika da bu noktada bizim beklentimizi gayet iyi karşılıyor. Odalar deniz manzaralı. Eğer otelden direkt denize girmek isterseniz Thraki Palace Hotel'i de düşünebilirsiniz.

Görsel Tripadvisor'dan alınmıştır.


Hotel Erika'nın manzarası





















 Yemek

Hotel Erika'nın etrafında güzel restoranlar bulunuyor. Benim favorim Kanabidis isimli köfteci. Köfte, patates kızartması ve Yunan salatası denemeden dönmeyin derim. Siparişi adet olarak veriyorsunuz, tadına doyum olmuyor.



Tabii ki Yunanistan deyince enfes deniz mahsülleri geliyor ilk başta akla. Dedeağaç'ta 2 tane favori restoranım var: Nisiotiko ve Aya Yorgi (Aigiorgis). Izgara ahtapot, midyeli pilav ve kabak kızartması favorilerim. Kabak sevmeyen ben Yunanistan'da kabak sevdalısı oldum, mutlaka denemenizi öneririm! Türkiye'dekinden farklı olarak çıtır çıtır oluyor.





Denemeden dönmeyin diyeceğim başka bir lezzet ise kremalı bougatsa. Bizim börek gibi, tek farkı kremalı olması ama lezzeti muazzam. Hotel Erika'nın sokağında, köfteci Kanabidis'in tam karşısındaki dükkanı tavsiye ederim. Erken gitmekte fayda var, hemen tükeniyor çünkü.




Plaj

Şehrin hemen hemen her noktasından denize girebilirsiniz. Genel olarak çoğu plaj kum-taş karışık. Ancak benim favorim şehrin merkezinden 14 km uzaklıkta olan Makri bölgesi. Burada birkaç farklı işletme var. Daha önce Mayo Beach ve Ammo Ammo'yu deneyimleme şansımız oldu. İkisi de çok keyifli. Bu plajlarda restoran da olduğu için tüm gününüzü keyifli bir şekilde geçirebilirsiniz.

Mayo Beach'in bulunduğu alan Ammo Ammo'ya göre daha kumluk kalıyor bu arada. Tercihinizi yaparken buna göre karar verebilirsiniz.




Bodrum veya Çeşme gibi canlı bir yer olmasa da İstanbul'dan çok kolay bir şekilde ulaşabileceğiniz ekonomik bir alternatif Dedeağaç. Konaklama ve yemekler Türkiye'deki birçok yere göre daha uygun kalıyor. Hem eğlenmelik hem dinlenmelik bir yer yani :)

Ek bir bilgi de Pazar günü genel olarak tüm dükkanlar kapalı oluyor Yunanistan'da. Eğer almanız gereken bir şey olursa bunu aklınızda tutun derim.

Sevgiler,
Zeynep

22 Şubat 2016 Pazartesi

Airbnb ve Booking.com Karşılaştırması



Merhabalar,

Çok uzun yıllardır otel rezervasyonlarımın büyük bir kısmını Booking.com üzerinden yapıyorum. Son dönemlerde Airbnb'yi deneme şansım oldu. İki siteyi de mercek altına alayım dedim. Zira her ikisinin de hem avantajları hem de dezavantajları var. 

Öncelikle belirtmeliyim ki normal şartlarda yenilik seven bir insanım. Ancak Booking.com'un rahatlığına alıştıktan sonra Airbnb'yi denemek biraz riskli geliyordu. Yakın bir arkadaşımın ısrarları sonucu Airbnb üzerinden bir rezervasyon yaptık ve sorunsuz bir şekilde tatilimizi tamamladık.

Airbnb'den bahsedecek olursak:
  • Airbnb'nin en büyük avantajı herhangi bir otel odasına tıkılıp kalmak zorunda olmuyorsunuz. Bütçenize göre isterseniz evin bir odasını, isterseniz de evin tamamını kiralayabiliyorsunuz. Ortalama bir otel fiyatına kocaman teraslı, jakuzili bir evde keyif yapmak mümkün yani.
  • Rezervasyon işlemi biraz daha uzun sürüyor Booking.com'a göre. Kalmak istediğiniz eve karar verdikten sonra rezervasyon yapmak için ev sahibine talep gönderiyorsunuz. Ev sahibi onay verirse rezervasyon işleminiz kesinleşmiş oluyor. Bu da ev sahibinin vicdanına kalmış tabii, biz çok beklemek zorunda kalmamıştık onay için.
  • Benim beğendiğim evlerin çoğunun sonradan iptal seçeneği yoktu. Bu sebeple de ödemeyi hemen yapmamız gerekti ve sonradan iptal etmemiz gerekseydi de para iadesi alamıyorduk. Bu sebeple ev sahibinin sunduğu şartları iyice okumak gerek karar vermeden önce.
  • Konaklamaya gittiğinizde ev sahibiyle önceden haberleşmek gerekiyor. Evin anahtarını ya yakınlardaki bir dükkana bırakıyor ya da belli bir saatte ortak bir yerde buluşup anahtarı alıyorsunuz. Resepsiyon mantığı burada ne yazık ki yok.
  • Kiraladığınız evin temizliği size ait. Sadece ilk gittiğinizde temizlik yapılmış oluyor ve bunun için ödeme yapmış oluyorsunuz. Sonrasında maalesef otellerdeki gibi oda servisi bulunmadığından temizlik konusunda iş başa düşüyor. 

Booking.com'a gelirsek:
  • Son dönemlerde Booking.com'da da ev kiralama seçenekleri arttı. Buna rağmen ağırlığı hala oteller oluşturuyor. Airbnb'ye göre çok daha fazla seçenek mümkün. Benim için en büyük artılarından biri bu Booking.com'un. 
  • Rezervasyon süresi Airbnb'ye göre çok daha kısa. Bazı oteller kredi kartı istemiyor, ama kredi kartı isteyenler olsa bile büyük çoğunluğunda ödemeyi otele gittiğinizde yapıyorsunuz. Ben genelde "iptal edilebilir" otelleri tercih ediyorum planımda bir değişiklik olursa diye. Karar verdikten sonra bir kaç dakika içerisinde otelden onay mail'ı geliyor. Haliyle beklemek durumunda kalmıyorsunuz. 
  • Booking.com'un en büyük avantajlarından biri ise müşteri hizmetleri diyebilirim. Geçen sene gittiğimiz bir otelde sorun yaşamıştık ve otelden erken ayrılmak istemiştik. Otelin fotoğraflardaki gibi olmadığını belirttik ve Booking.com bizim masrafımızın yarısını karşılamayı kabul etti.
  • Diğer bir konuysa Booking.com'un "genius" dediği üyelik tipi. Konaklamalarınız arttıkça sizi genius sınıfına sokuyor ve birçok otelde ekstradan %10 indirim yapıyor. 
Ben her iki siteyi de seve seve kullanıyorum aslında. Ancak hangi site üzerinden konaklamalarınızı ayarlayacağınızı aslında sizin beklentileriniz belirliyor. Gideceğiniz tatilde daha çok dışarıda olacaksanız küçük bir otel odası da iş görecektir. Ben de genelde bu kafada olduğum için Booking.com bana biraz daha fazla hitap ediyor diyebilirim. 

En kısa sürede görüşmek dileğiyle :)

Sevgiler,
Zeynep











17 Şubat 2016 Çarşamba

İtalya'nın Saklı Güzelliği: Bolonya






Herkese merhaba,

Kasım ayı gibi uygun fiyatlı uçak biletlerini araştırırken Bolonya biletlerinin kampanyada olduğunu gördük. İtalya'nın daha çok turist çeken şehirlerine önceden gitme şansım olmuştu; ancak Bolonya'yı es geçmiştim. E haliyle bu fırsatı değerlendirmek için tam zamanı dedik.

Tam zamanlı çalışanlar için Bolonya harika bir hafta sonu destinasyonu. 2 güne sığdırabileceğiniz minik, sevimli, tarihi dokusu ve yemekleri bakımından zengin bir şehir.

Şehrin en ilgi çekici bölgesi birçok yerde olduğu gibi Eski Şehir (Old Town) olarak geçiyor. Bu bölge küçük olduğu için hemen hemen her yer yürüyüş mesafesinde. Konaklayacağınız yerin eski şehirde olması bu anlamda çok önemli. Söylemeliyim ki burada kendinizi Orta Çağ'da gibi hissedeceksiniz! 



Eski şehrin en merkezi noktasında Piazza Maggiore meydanı bulunuyor. Bu meydanın etrafında kilise, irili ufaklı marka mağazalar ve cafe-restoranlar bulunuyor. Herhangi bir sokaktan girip kaybolarak gezmenizi öneririm, zira ara sokaklar favorim oldu. Dar sokaklarda dolaşıp enfes mimarinin tadını çıkarabilirsiniz.



Bolonya İtalya'nın en zengin şehirlerinden biri, bu sebeple son derece lüks mağaza ve restoranlara ulaşmak mümkün. Piazza Maggiore meydanında güzel İtalyan restoranları, meydanın arka sokaklarında ise enfes şarküteri-bar'ları var.



Eski şehirde, Piazza Maggiore meydanının çok yakınında Bolonya'nın meşhur Asinelli Kulesi bulunuyor. 1100 yılında yapımına başlanmış, gerçekten çok etkileyici.


Ayrıca şehrin çeşitli yerlerinde antika/ikinci el pazarları bulmak mümkün. Biz Santo Stefano'da bulunan pazara denk geldik, epey büyüktü. Ayın belli zamanları açık oluyormuş sadece, gitmeden önce kontrol etmekte fayda var.


Tam noel öncesi dönemde gittiğimiz için noel marketleri açıktı. İlginizi çekerse Santa Lucia isimli markete gidip meşhur İtalyan nugatlarının tadına bakabilirsiniz. 



Benim için genel olarak çok keyifli bir seyahat oldu, umarım sizlerin de yolu düşer bir gün :)

Sevgiler,
Zeynep